RSS

3 Şubat 2010 Çarşamba

WİLLİAM SHAKESPEARE - SONELERİN ÖZELLİKLERİ




Ne yaldızlı hükümdar anıtları, ne mermer
Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar;
Seni pasaklı Zaman pis bir mezara gömer.
Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar
Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri
Çökertir boğuşanlar yapı demez sur demez,
Ama Mars’ın kılıcı, cengin ateş selleri
Şiirimde yaşayan anını yok edemez.
Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana
Karşı koyacaksın sen; yeryüzünü mahşere
Yaklaştıran çağların gözünde bile sana
Bir yer var övgüm seni çıkarttıkça göklere

Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde
Yaşarsın şiirimde sevenlerin gönlünde





TÜM SONELER
Talât Sait Halman
Cem Yayınları / 1989



SONELERİN ÖZELLİKLERİ

Shakespeare yeryüzünü baştan başa sahne olarak görmüş ve kendi sahnesine bütün yeryüzünü sokmağa çalışmıştır. Ama, hem oyun yazarı, hem şair olan Shakespeare’in bütün dünyası sahne değildi. Yaşantılarının birçoğunu trajedilerindeki ve komedilerindeki kişilerin sözleriyle dile getirmekle yetinmedi, şiirleriyle de açıkladı.

Büyük yazarın iç dünyası, Sonelerindedir. Bu özlü şiirlerde, dramatik ses değil, lirik ses egemendir. Çoğu, derin duyguları, güçlü heyecanları, acıları ve sevinçleri anlatır. İngiliz şairi William Wordsworth Soneler için diyor ki:

«Bu anahtarla Shakespeare gönlünün kilidini açmıştır.»

Onaltıncı yüzyılın sonlarında yazılmış olan Sonelerde, Shakespeare insan ruhunun birçok boyutlarını yansıtmış ve yaratmıştır. Baştan sona okunduklarında incceik sevgilerden yaman cinsel iştahlara kadar değişen bir gönül serüvenini anlattıkları görülüyor.

Soneler, denebilir ki, İngilizcenin en ünlü şiir dizisidir. Hem de dünya aşk edebiyatınin en güzel örnekleri arasındadır. İngilizce, bu şiirlerde, gerek duygu ve düşünce derinliği. gerek söyleyiş zenginliği bakımından, ölümsüz bir yere ulaşmıştır.

Sonelerin önemi, özellikle üç yönden büyüktür:

1 - Salt şiir olarak, Soneler’in çoğu, benzeri az bulunur güzelliktedir. Ünlü Hayyam çevirmeni Edward FitzGerald şu övgüyü boşuna yazmış olmasa gerek: «Soneleri titizlikle okuduğum güne kadar bana yarı-tanrı gibi göründüğü için Shakespeare’i yarı tanıdığımı söylersem yargımın aşırı olduğunu sanmam.»

2 - Soneler, Shakespeare’in iç dünyasının birçok yönlerine ışık tutmaktadır. Büyük İngiliz ozan ve eleştirmeni Samuel Taylor Coleridge’in oğluna Shakespeare’in kafasını anlamak için Sonelere başvurmasını salık vermesi bunun içindir.

3 - Soneler, ünlü yazarın dramatik sanatçılığı ile lirik sesi arasında kesin bağlar kurduğu için de ilginçtir.

Sonelerin tümünü başka herhangi bir dile aynı biçimle, aynı kafiye düzeniyle çevirmek, düşünülebilecek en zor çeviri işlerinden biridir. Nitekim, birçok dillerde, tüm Sonelerin çevirisi yoktur. En gözüpek çevirmenler bile, bu mihnetli işi üstlenmekten ürkmüş gibidirler .

İngilizceden Türkçeye sone çevirisi, iki dilin yapısı ve ses düzeni birbirine hiç benzemediği ve vakit vakit ters düştüğü için, büyük zorluklar çıkarmaktadır. Belki de bu yüzden, Shakespeare’in oyunlarının üçte ikisi-bazıları altı yedi kez,- dilimize çevrildiği halde, Soneler genellikle ihmale uğramıştı. Tüm Sonelerin ilk çevirisi 1979 yılında Saadet Bozkurt ve Bülent Bozkurt tarafından yayınlandı. Titizlikle hazırlanmış olan ve orijinallere sadık kalan bu yararlı çalışmada:, çeviriler vezinsiz, kafiyesiz, düzyazı iledir, yer yer mısraların açıklamasını yapıyor gibidir; şiirsellikten çok uzaktır. Bence, şiirsellik yönünden,en başarılı örnekler arasında, Sabri Esat Siyavuşgil’in bir, Can Yücel’in iki sone çevirisi vardır.



SONELERİN YAYIMLANMASI:

154 Sone ilk kez 1609 yılında topluca Thomas Thorpe tarafından basılmıştır. Thorpe’un, Soneleri Shakespeare’den değil, başka birinden alıp izinsiz olarak bastığı sanılıyor. Yanlışlarla dolu olan bu birinci baskıyı Shakespeare kitap satışa çıktıktan sonra görmüş. Thorpe, T.T. harflerini kullanarak Soneleri adı sadece W. H. olarak verilen birisine armağan etmiş. W.H., armağan yazısında, «the onlie begetter of these insuing sonnets» diye tanıtılmaktadır. «Begetter» in anlamını iki türlü yorumlamak mümkün: Biri, «bulup getiren», ikincisi «ilham eden». Bu anlam karışıklığı yüzünden, W. H. adlı kimse, Soneleri Shakespeare’in haberi olmadan Thorpe’a veren mi, yoksa Shakespeare’in ilham kaynağı olan mı, diye sürüp gelen bir tartışma var. W. H. adının kimin adı olduğu üzerinde uzun kitaplar ve sayısız yazılar yazılmıştır.

1640 yılında, Soneler, John Benson tarafından yeniden yayımlanmıştır. Benson, Sonelerin arasına başka şiirler karıştırmış, başlıklar eklemiş; birtakım deyimleri değiştirmiş ve Soneleri yeni bir sıraya koymuş.

Bu ilk iki baskıdan bu yana, Soneler yüzlerce defa basılmıştır. Hepsi ya da çoğu, yeryüzünün bütün belli başlı dillerine ve birçok başka ufak dillere çevrilerek yayımlanmıştır.




SONELERİN BİÇİM VE ÖZELLİKLERİ:

Rönesans İtalyasında başlayan sone türü, Shakespeare’den önce İngiliz şiirinde geniş ölçüde kullanılmış ve geliştirilmişti. Shakespeare, soneyi olgun bir lirik şiir aracı olarak kıvama erdirmiş, bu türün en sağlam ve canlı örneklerini vermeyi başarmıştır. Bilginlerin yaptığı incelemelerden Shakespeare’in Petrarch (1304-1374), Pierre de Ronsard (1524-1585) ve Torquato Tasso (1544-1595) gibi yabancı ve


Sir Philip Sidney (1554-1586) ile Samuel Daniel (1562-1619) gibi İngiliz ozanlarının sonelerini okuyup etkilendiğini öğreniyoruz.

Shakespeare, İtalyan ve Fransız sonesinden biçim bakımından değişik olan İngiliz sonesini kullanmıştır:

_______ a
_______ b
_______ a
_______ b
_______ c
_______ d
_______ c
_______ d
_______ e
_______ f
_______ e
_______ f
…… ______ g
…… ______ g


Uyak düzeninde görüleceği gibi, İngiliz sonesi üç dörtlükle bir beyitten meydana gelmişe benzer. Genellikle birinci dörtlük, konuyu sunar; ikinci dörtlük konuyu genişletir; üçüncü dörtlük geliştirip doruğa götürür; son iki satır ise şiirin özünü ve özetini verir. Shakespeare, Sonelerini her zaman bu sıraya göre yazmış değildir elbette. Biçim bakımındansa fazla değişiklik yapmamıştır.

Sone 126’da 14 değil, 12 satır vardır; Sone 135 apayrı bir uyak düzeniyle yazılmıştır (abab/bcbc/adad/aa).
Shakespeare, Sonelerinde, piyeslerinde olduğu gibi, çoğunlukla «iambic pentameten> ölçüsünü kullanmıştır. Bu ölçüde, satır sırayla biri vurgusuz, biri vurgulu olmak üzere on heceden meydana gelir. Vurgusu’z heceler yerine bir (.), vurgulu yerine de bir kısa çizgi (-) koyarsak satırın ölçüsünü şöyle gösterebiliriz:

. _ . _ . _ . _ . _.

Bu ölçünün İngiliz şiirinde ve Shakespeare’de uygulanışı kesin bir kurala bağlı kalmaz: Vurgular yer değiştirebilir, bir iki hece eklenebilir, satırlara çeşitli ritmler konulabilir. Böyle değişiklikler olsa da olmasa da, bu ölçü ses ve anlam vurgularındaki belirli ayrımlar dolayısıyla iniş çıkışlı ve kıvrak bir ahenk sağlar.




SONELERİN GENEL ÖNEMİ:

Shakespeare’in sanatında Sonelerin önemli bir yeri olduğu, belirli ve bilinen bir gerçek. Belli başlı trajedi ve komedileriyle birlikte Sonelerinin de titizlikle okunup değerlendirilmesi, Shakespeare’in yaratıcılığını bütün yönleriyle görüp anlamak bakımından bir zorunluluk olmuştur.

Soneler, salt şiir olarak, Shakespeare’in lirik dehasını, dramatik eserlerinde sezinlediğimizden çok daha yoğun bir güçle karşımıza çıkıyor. Üstelik, Shakespeare’in birçok kişisel yaşantıları -hatta yer yer iç dünyasının gizli köşeleri o Sonelerde gözler önüne seriliyor.

Bu iki yönden, bilginler ve eleştirmenler Soneleri gözden geçirmişler, yorumlayıp tartışmışlardır. Sonelerle ilgili birtakım muammalar da Shakespeare uzmanlarını öteden beri uğraştırıyor. Bu cevapsız sorular, Sonelerin yazıldığı yıllardan Shakespeare’in kendisini Sonelerinde ne denli açıkladığına kadar değişiyor.


SONELERİN YAZILDIĞI YILLAR:

Çeşitli bilginlere göre, Shakespeare’in Soneleri yazmağa başladığı yılı 1588 kadar geriye, bitirdiği yılı ise 1609’a kadar ileriye götürebiliriz. Sonelerin adını anan ilk kaynak, Francis Meres’in 1598,yılında çıkmış bir kitabıdır.Sonelerle 1595 yılına kadar yazılmış olan birkaç piyes (Love’s Labour’s Lost, Two Gentlemen of Verona, Romeo and Juliet, Richard II, Richard III ve iki uzun şiir (Venus and Adonis, Rape of Lucrece) arasındaki bağlantılar, Sonelerin hiç değilse bazılarının 1595 yılından önce yazılmış olduğunu gösteriyor. Birçok kaynaklarda belirtilen çeşitli noktaları karşılaştırarak şu sonuca varabiliriz: Shakespeare, Sonelerini 1592 sıralarında yazmaya başlamış, çoğunu 1595 yılından sonra kaleme alınış ve her halde 1598 sıralarında tamamlamıştır.


SARIŞIN GENCİN KİMLİĞİ:

Shakespeare 154 Sonesinin ilk 126’ sını güzel, sarışın ve soylu bir gence yazmıştır. 1609’da çıkan ilk Sone kitabı, W. H. harfleriyle tanıtılan birisine armağan edilmiş olduğu için, adı bu harflerle başlayan soylu kişinin kimliği bugüne kadar aranmış ve tartışılmıştır. Üçüncü Southampton Kontu Henry Wriothesley (1573-1624), birkaç bakımdan akla yakın görünüyor ama, onun adının ilk harfleri W. H. değil, H. W. -Başka adaylar arasında Pembroke Kontu William Herbert (1580-1630), Southampton Kontunun üvey babası William Harvey (Hervey), basımevi sahibi Thomas Thorpe’un arkadaşı William Hall, William Hathaway, William Holgate, Shakespeare’in yeğeni William Harte var. W.H. harflerinin «William Himself» yani «Shakespeare Kendisi» anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Oscar Wilde, Will Hughes adında bir genç aktör uydurmuş ve Shakespeare’in ona tutkun olduğu görüşünü savunmuştur. Bir yorumcu ise genç adamın Shakespeare’in kendi oğlu olduğunu öne sürmüş ve bütün Soneleri buna göre sıralayıp yorumlamıştır.

Şimdiye kadar bulunan belgeler, sarışın güzel gencin kim olduğunu kesin olarak öğrenmemiz için yeterli değildir. Bu bakımdan, gerçek kimliğini değil, Sonelerdeki şiirsel kimliğini gözönünde tutmamız uygun olur.



ÖTEKİ OZANIN KİMLİĞİ:

Birkaç Sonede Shakespeare bir rakip ozanın soylu gencin gözüne girmiş olduğundan yakınmaktadır. Öteki ozanın kim olduğu bilinmiyor. Üzerinde en çok durulan iki ünlü ozan, George Chapman (1559-1634) Christopher Marlowe (1564-1593).

Başka adlar da öne sürülmüştür. Edmund Spencer, George Peel, Michael Drayton, Samuel Daniel, Barnabe Barnes, Gervase Markham, Thomas Nashe ve başkaları. Sone 86’nın ilk satırları ile Chapman’ın bir şiiri arasında birtakım bağlantı ve benzerlikler sezildiği için, Chapman rakip ozan olarak akla yakın görünüyor, ama bunu kesinlikle söylemek mümkün değil.



ESMER KADININ KİMLİĞİ:

Bu konu üzerinde uzun araştırmalar sonuç vermemiştir. Yeni belgeler ortaya çıkmadıkça esmer kadının kimliği gizli kalacağa benzer.

Onsekizinci yüzyılın sonunda George Chalmers, esmer kadının Kraliçe I. Elizabeth (1533 - 1603) olduğunu ileri sürdü. Sonraları, Shakespeare’in karısı Anne Hathaway, Penelope Rich, Shakespeare’in metresi olduğu sanılan Davenant gibi adlar ortaya atıldı. Elizabeth Vernon ile Mary Pitton, bazı bakımlardan esmer kadının niteliklerine uymaktadır.

Elizabeth’in nedimelerinden biri olan Vernon, 1598 Mayısında Southampton’la evlenmiş aynı yılın Kasımında çocuk doğurmuştu. Bu nedenle, Southampton kontu Henry Wriothesley bir süre hapis yattı. Mary Fitton da Elizabeth’in nedimelerindendi; 1601 Martında Pembroke Kontu William Herbert’ten bir çocuk doğurunca Herbert hapse girdi. Bu bakımdan, Shakespeare’in son Sonelerinde birkaç kere açıkça sözkonusu ettiği utanç, rezalet, yüzkarası gibi olaylar ya Southampton-Vernon, ya da Pembroke-Fitton skandalı ile ilgili olabilir.

George Bernard Shaw, «Sonelerin Kara Kadını» adlı piyesinde Mary Fitton’ı kabul ediyor. Bununla birlikte, esmer kadının kimliği kesinlikle bilinmemektedir.



SONELERİN SIRASI:

Sonelerin hangi sırayla yazılmış olduğu, Shakespeare uzmanları arasında uzun zamandır tartışma konusu. 1609 baskısının başka yanlışlarla birlikte sırayı da bozduğunu öne sürenler var. Hiç değilse yirmi kitapta Soneler ayrı sıralarla konulmuştur. Birtakım yorumlara bağlı olan bu sıralama ille de birinci baskıdan üstün sayılmamalı.

Nitekim, birçok çağdaş bilginlerle editörler birinci baskıdaki sırayı kullanmayı uygun görüyorlar. Bu kitapta da 1609 baskısının sırası kullanılmıştır.



SHAKESPEARE’NİN YAZMADIĞI SANILAN SONELER :

154 Soneden birkaçının Shakespeare’in kaleminden çıkmadığını ya da çıkamadığını yazanlar öne sürenler olmuştur. Bunlar arasında en fazla 130, 145, 151, 153 ve 154 numaralı Sonelerdir

130’un Shakespeare tarafından o çağın ozanlarıyla alay etmek amacıyla kaleme alındığına şüphe olmamalı. Bunu bir taşlama şiiri olarak kabul edip çevirisine bu derlemede yer verdim. Sone 145 ölçü bakımından bütün Sonelerden değişik olduğu için itiraza uğramıştır. 151’de anlam önemli ama, şiirin yapısı ve özellikle ritmi sakat; bu yüzden bazı kimseler Shakespeare’in 151’i yazmamış olduğunu ileri sürmüşlerdir. 153. ve 154. Sonelerin bütünlüğünü bozan ve genel niteliklere uymayan iki şiirdir. Yunancadan yarım yamalak çevrilmişe benzeyen bu iki sone, Shakespeare’in sanatçılığına aykırı göründüğü için bazı kimseler bunların başka bir ozan tarafından yazılmış olduğunu sanmaktadır.


SONELERDE DİL VE SÖYLEYİŞ:

Shakespeare, Sonelerinde genellikle piyeslerinin çoğundan daha açık ve duru bir dil kullanmıştır. Gerek duygularının açıkça bildirilmesi, gerek kıvrak bir ritm sağlanması için, Shakespeare bol sayıda kısa kelimeden yararlanmak yoluna gitmiş. Üstelik, Sonelerde piyeslerinin birçok yerini zorlaştıran mitolojik ve tarihi adları kullanmaktan ve yoğun benzetmeler yapmaktan kaçınmıştır.

Yine de bazı Sonelerde bulanık ve karışık satırlar var. Shakespeare, yer yer benzetmelerini birleştirerek okuyucuya çetrefil anlamlar veriyor. Belki Shakespeare’in arasıra titiz davranmamış olması yüzünden, belki de eski baskı yanlışları yüzünden, içinden çıkılmaz duruma girmiş satırlarla da karşılaşıyoruz. Vakit vakit ozanın birtakım söyleyişleri zorladığını ve çirkin eğretilemeler yaptığını görüyoruz. Ama Sonelerin en büyük zorluğu, söz oyununda. Bazı satırlarda anlaşılması güç, iki üç anlamlı kelimeler ve söyleyişler var. Hemen hepsi bile bile yapılmış olan bu söz oyunları üzerinde Shakespeare uzmanları uzun zamandır çalışıp tartışmışlardır. Söz oyununun baştan sona sürdüğü 135 sayılı Sonede «Will» değişik satırlarda ayrı anlamlara geliyor ve sık sık aynı yerde birkaç anlam birden veriyor: «Will» hem Shakespeare’in ilk adı olan William’ın kısa şekli, hem de bazı uzmanlara göre Shakespeare’in sevgilisinin adı; ayrıca «will» İngilizcede «irade», «vasiyetname», «istek», «bilerek yapmak» gibi anlamlara geliyor.

Shakespeare, aynı Sone içinde bütün bu anlamları kullanmış; bazı satırlarda «will» yukardaki anlamların iki ya da üç tanesini birden veriyor. Böyle söz oyunlarının başka dillere aktarılması, değme çeviricileri başarısızlığa uğratmıştır. Denebilir ki, Sonelerdeki söz oyunlarının hepsini tam olarak çevirmek, hiçbir babayiğitin harcı değildir.


SONELERDE SHAKESPEARE’İN KİŞİLİĞİ:

Tanınmış çağdaş ozan eleştirici Stephen Spender, Sonelerin düzensiz olarak tutulmuş bir şiir günlüğü ya da bir karşılıklı konuşmanın yarısı gibi olduğunu söylüyor. Sonelerde Shakespeare’in kendi yaşantılarını ve iç dünyasını ne dereceye kadar yansıttığı üzerindeki tartışmalar Ondokuzuncu yüzyıl başlarından beri sürüp gelmektedir. İngiliz Romantiklerine göre, Shakespeare Sonelerde varlığının en gizli yönlerini bile çırılçıplak ortaya dökmüştür.

Yirminci yüzyılın - hele son kırk elli yılın - bellibaşlı Shakespeare uzmanlarının çoğu, Romantiklerin görüşüne taban tabana zıt bir düşünceyi ileri sürüyorlar. Onlara göre, Soneler bir otobiyografi değildir, bir gönül serüveninin öyküsü olarak yazılmamıştır. Shakespeare Sonelerde kendinden önceki ve çağındaki ozanların başlıca sevgi konularını kullanmış, gerek sone biçimi, gerek estetik anlayış ve ruhsal duyarlık bakımından bir geleneğe uymuş, gününün modasını kabullenmiştir. Peter Quennell ve Northrop Frye gibi iki bilgin eleştiriciye göre, Sonelerin temaları Rönesanstan beri belirli bir söyleyiş geleneğinin çerçevesi içinde sürüp gelmekteydi; Shakespeare kendi gönlünün değil, bu estetik anlayışın şiirini yazmıştır. Hemen hemen bütün trajedi ve komedilerinde olduğu gibi, kendi ağzından konuşmamış, «bir azam» (kendisinden başka bir ozan) yaratarak onu bir araç diye kullanmıştır.

Bu iki görüşten hangisinin ağır bastığını kesinlikle söylemek mümkün değil. Belki de bu konudaki tartışma hiçbir sonuç vermeden sürüp gidecek. İkisi ortası bir değerlendirme, akla yakın görünüyor: Soneler, gerçek anlamda otobiyografik olmasa bile Shakespeare’in ruhunun ve yaşantılarının bazı yönlerini apaçık ya da üstü kapalı olarak yansıtsa gerektir. Soneler herhalde bir itiraflar dizisi, bir günlük, bir soyunma değildir ama, Shakespeare’in bu şiirlere kişisel yaşantılarını sık sık koymuş olmaması havsalaya sığmaz. Bu bakımdan, Sonelerin Shakespeare’in kişiliğine yer yer ışık tuttuğu yargısına varmak yanlış olmaz.



SONELERİN KONULARI

Shakespeare’in 154 Sonesinin genel konusu, sevgidir; öyküsü ise bir sevgi serüveni. Bu öykünün dört kişisi var: Ozan (belki Shakespeare’in kendisi, belki bir anlatım aracı olarak yarattığı bir ozan), sarışın erkek sevgili, esmer kadın ve rakip ozan.

İlk Sonelerde ozan kendisine ihsan ve yardımlarda bulunan bir genç aristokrata güçlü ve heyecanlı bir sevgiyle bağlıdır. Sonraları, bir rakip ozanın göze girmesi ve başka sadakatsizlikler yüzünden acıklı durumlara düşer. Son Sone, bir esmer kadına duyulan cinsel sevgiyi anlatır. Bu kısa özetten anlaşılacağı gibi, 154 Sone ozanın soyut sevgiden cinsel bağıntılara kadar geçirdiği türlü türlü ruh olaylarının öyküsü gibidir.

Genel konunun gelişmesi bakımından, Soneler çeşitli sıra ve sınıflara konulabilir, ama en belirli bölme şudur:

1. Sone l’ den Sone 126’ya kadar soylu gence yazılmış olanlar,

2. Sone 127’den Sone 152’ye kadar esmer kadına yazılmış olanlar,

(Sone 153 ve 154, dizinin bütünlüğünden ayrı düşmektedir.

Bunlar, iki eski Yunan şiirinden çok serbest ve aksak olarak İngilizceye aktarılmıştır.


Birinci uzun bölümdeki sevgili (Shakespeare kendisinden yer yer «dost» ya da «arkadaş» diye de bahsetmiştir) genç ve soylu bir adamdır. Bir kadın gibi güzel, ozandan çok daha genç, servet ve soyluluk bakımından çok üstündür.

İlk on yedi Sonede Shakespeare, gencin evlenmesi ve güzelliğini çocuklarında devam ettirmesi için yalvarır. Geçen zaman ve yaklaşan ecd, güzelliğip. baş düşmanıdır. Güzellik, ancak devam etmekle zamanın ve ölümün elinde yok olmaktan kurtulabilecektir. Onun için, genç adam güzelliğini çocuklarında sürdürmelidir.

Sone 18’den başlayarak, ozan, sevgilisinin güzelliğini şiirlerinde yaratmak ve yaşatmak zorunluluğunu duyar. Bir yandan, yaşlanmaktan yakınan ozan, şiiri -hele kendi şiirini- güzelliğin bir görkemli anıtı olarak görür. Zaman ve ecel sevgilisinin güzelliğini alıp götürse bile o güzellik Sonelerde sonsuz yaşayacaktır.


Sone 26’dan sonra, ozan, sevgilisinden bir süre uzak kalır. Bu sürede geçmiş günlerin mutluluğunu özlem ve üzüntüyle düşünür: Nedense kaderin sillesini yemiş, insanların (ya da soylu gencin) gözünden düşmüştür artık.

Soylu genç, ozanın sevgisine ihanet etmiştir: Anlaşılan, ayrılık sırasında genç adam ozanın metresiyle düşüp kalkmış. Ama ozan, genç adamı ölesiye sevdiği için bu utanç verici olayı bile bağışlar.

Sonra yeniden yollara düşen ozan, özlem acısı çekerken şiirinde sevgilisinin güzelliğini bir yandan soyutlaştırır, bir yandan sonsuzlaştırmaya çalışır. Varlık, onun için bir çile olmuştur artık; dünyadan elini eteğini çekmeye yeltenir, ama sevgisi öyle derindir ki bu düşünceden cayar. Derken, sevgilisinin adı karışan bir rezaleti haber alınca derin bir üzüntünün pençesine düşüp ölümü düşünür kara kara. Yine de sevgilisini bir türlü akılından çıkaramaz. Gelgelelim, rakip bir ozanın göze girmesi yüzünden Shakespeare gözden düşmüştür. Sevgilisini bırakmağa karar verir, ama bu sefer sevgilisi ona döner. Ozan kuşkular içindedir, güveni kalmamıştır artık. Bundan sonra sırayla ayrılıklar başlar, sevgi yeniden canlanır, ihanetler olur: Ozan sevginin ölümsüzlüğünü ister ama, cinsel iştahlarla ihanetler ve ayrılıklar yüzünden zaman ve ecel sevgiye karşı zafer kazanacak duruma gelmiştir.

Sone 127’den sonra 152’ye kadar uzanan ikinci bölüm, ozanın esmer kadınla yaşadığı yarı acı yarı tatlı hayatın öyküsü.

Bu 32 bölümde, genç adama duyulan manevi sevgiye karşılık, esmer kadına bağlanmanın ozanı cinsel isteklere tutsak düşürdüğü anlatılmaktadır. Shakespeare, Elizabeth çağının gerçek güzellik saydığı sarışınlığa kıyasla esmerliğin üstün olduğunu savunur. Ozan, metresine candan bir sevgiyle bağlı görünmez. Esmerliğini övmekle beraber, yer yer esmer kadını güzel değilmiş gibi gösterir.

Bazen «esmer»derken «kara», «karanlık», «şom» anlamını vermek istiyor gibidir. Evli bir kadın olan metresi başkalarıyla da düşüp kalkmaktadır. Ozana en büyük ihaneti, soylu gençle yaşaması olmuştur. Bütün bunlara rağmen, kadının öyle güçlü ve çekici bir kişiliği vardır ki ozan ona körükörüne bağlı kalmakta, gönlünden bir türlü söküp atamamaktadır.


Bu özet, Shakespeare’i Sonelerde kendi gönlünün acılarını ve mutluluklarını anlatmış gibi gösterebilir.

Belki de, gerçekten, Sonelerin otobiyografik bir niteliği var. Bunu kesin olarak bilmiyoruz. Sonelerde Shakespeare dört beş yıl süren ve kanlı canlı bir cinsel heyecandan en ince soyut sevgiye kadar değişen bir kişisel serüveni izlemiş olabilir.

Bazı eleştirmenlere göre, Soneler Shakespeare’in kendi hayatını yansıtmıyor. Ben diye konuşan ozan, Shakespeare’in kendisi değildir, sanat sesidir. Bu şiirlerin gösterdiği sevgi anlayışı ve estetik kaygılar, Rönesanstan Shakespeare çağına gelmiş olan belli başlı geleneklere uymaktadır: Sevgi şiiri, doğrudan doğruya kişisel sevgiyi anlatmaz ve onu bir duygu, bir insanlık yaşantısı olarak inceler. Erkek ya da kadın, herhangi bir güzel varlık, kendisi olarak değil, soyut gerçekler yönünden şiire konu olur.

Yirminci Yüzyıl eleştirmenlerinden Norfhrop Frye, Shakespeare Sonelerinin Batı uygarlığında bilinç ve istemin son sınırlarına kadar araştırılmasına yol açan ruh arayışını çağın edebiyat geleneği içinde özetlediğini söylüyor. Frye’a göre, Shakespeare Batı dünyasında Petrarch’ın idealizminden Proust’un acıklı bunalımlarına kadar sürüp gelmiş olan sevgi çeşitlerinin hepsini Sonelerinde algılayıp yaratmıştır.

Shakespeare'in kendi yaşantılarını anlatsa da anlatmasa da, Soneler sevginin sayısız yönlerini çırılçıplak ortaya atıyor ya da hafifçe duyuruyor, alev alev heyecanla haykırıyor ya da incecik duygularla yansıtıyor, ruhun derinliklerini aydınlatıyor ya da karanlık kıvranışları üstü-kapalı söyleyişlerle gizli bırakıyor. Birbiri ardına Sonelerde sevgi dolu bir gönlü sarsan heyecanlar, onu didik didik eden çileler bazen canlı bazen duru, ama her zaman duygulu bir lirik sesle açıklanmış: Taparcasına sevmek, kuşku, özlem, ihanet, sevginin mutluluğu, kıskanma, iyilik ve gaddarlık, cinsel istek, güzelliği ve sevgiyi çürütecek olan ölüm karşısında korku, hayal kırıklığı, sevgi uğrunda her acıya katlanma, umut ve karamsarlık, günah ve suç duygusu, sevgili önünde benliğin değersizliği, şiirin yaşatma gücü, lanet ve nefret. .. Sevginin insan ruhundaki her duygusu, insan yaşantılarındaki her görünüşü Sonelerin bir yerinde ifade edilmiştir denebilir. Sevgiye değin ne varsa, gönle değen ne varsa, hepsi Sonelerde. Belki de başka hiçbir şiir dizisi, sevgiyi bu denli derinlemesine ve genişlemesine yaratabilmiş değildir.

Sonelerin çoğunluğunun genç bir erkeğe yazılmış olması ve ateşli bir sevgiyi haykırması, Shakespeare'de homoseksüel (pederast) eğilimler olduğu düşüncesine yol açmıştır. Shakespeare uzmanları arasında çözümlenememiş bir nokta bu. Herhalde hiçbir vakit çözümlenemeyecek. Bir ozanın bir güzel erkeğe hayranlık ve sevgi duymasının o çağlarda bir edebiyat geleneği ve günümüzdeki homoseksüellik anlayışından bambaşka bir sanat tutumu olduğunu öne süren bilginler var. Özellikle eski İtalyan sonelerinde sık sık kendini gösteren erkek sevgisini sone geleneğinin bir çeşit gereği sanan bu görüşe karşılık, bazı Sonelerde rastlanan belirli ifadeler, Shakespeare'in sarışın gence karşı gerçekten homoseksüel nitelikte bir sevgi duyduğu düşüncesinde azımsanamayacak bir gerçek payı bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Shakespeare ile sevdikleri arasındaki ilintileri, felsefi ve estetik yönden yorumlamak da mümkün: Shakespeare belki de sarışın genci ideal güzelliğin simgesi olarak görüp öyle yaratmıştır. Ozan, sevgilisinin erkekliğiyle kadın yüzünü eşi olmayan bir karışım halinde birleştirmiş olabilir. Sarışın gencin soyluluğu da, aslında bir manevi temizlik, arınmış ruhun bir boyutudur. Böyle bir güzelliğe duyulan sevgi, cinsel iştahların çirkinliğinden uzak kalır. Soyut bir sevgidir o. Sarışın gençte dış güzellik gerçek bir gönül zenginliğinin, yaşama dürüstlüğünün ve manevî değerlerin belirtisidir. Güzellik, bu anlamda erdemdir. Sonelerdeki bu estetik anlayışında (gerçekten böyle bir anlayış varsa) bir dinsel nitelik bulmak da mümkün: Güzellik bir erdemse ona gönül vermek ve tapmak, onun üstün ahlakına ermeğe çalışmak gerekir. Güzelliğin böylesiyle vuslat olamayacağı için seven gönül ona erişememekten doğan çileye katlanmalıdır. Seven ve bu çileyi çeken gönül arınır, bedenden koparak gerçek temizliğe kavuşur.

Türlü yönlerden doğru ve yararlı olsa da bunlar şiir-dışı bakış ve yorumlardır. Asıl önemli olan şiirin kendi iç gerçeğidir. Ona ermek için en doğru ve en değerli kaynak, Sonelerdir. Sonelerin gerçeği, kendi içlerindedir.


ÇEVİRİ İLKELERİ

Bu çevirilerde anlamı duyarlık, düşünce, benzetme ve eğretileme, söyleyiş, ses ve söz uyuşumu, ritm, uyak ve biçim bakımından Sonelerin aslına bağlı kalmak amacı güdülmüştür. Ama körü körüne sadakatten kaçınılmıştır. Uyarlama ya da Türkçede yeniden söyleme gibi yollara başvurulmamış; öte yandan, Türkçenin hakkını yememek, Soneleri güzel Türkçe şiirler olarak çevirmek üzerinde durulmuştur.

Elizabeth çağı İngilizcesiyle bugünkü Türkçe arasındaki temel ayrılıklar yüzünden, Shakespeare’i dilimize ölçülü ve uyaklı olarak çevirirken bütün ince anlamları, ses ve söz oyunlarını, söyleyiş ve düşünce özelliklerini tam olarak aktarmak kolay iş değildir. Bazı kavramların, hele söz oyunlarının başka bir dile çevrilmesi olanak dışıdır. Yine de, Sonelerin her unsuru üzerinde satır satır, kelime kelime durulmuş, en uygun karşılıkların bulunması uğrunda hiçbir çaba esirgenmemiştir. Her şeye rağmen, yer yer, güçlükleri yenemediğimi sanıyorum.

Tartışma konusu olan Soneler ve satırlarda ya aynı zor anlaşılır söyleyişi vermek, ya çeşitli yorumlardan bir tanesini doğru olarak kabul etmek, ya da çelişik birkaç yorumu bağdaştırmak zorunluluğu olmuştur. Bir iki yerde, aslı belirsiz kalmış söyleyişlerin anlamını biraz açıp belirlemek gerekli oldu. Bu tek tük değiştirmeler bir yana, genellikle çevirilerim, Sonelerin asıllarına baştan sona sadık kalmıştır, denebilir. Satır satır yapılacak bir karşılaştırmanın «sadakat»e ne denli önem verdiğimi açıkça göstereceğine inanıyorum.

Shakespeare, soylu gence 70 Sonede «sen», 34 Sonede «siz» diye hitab etmiştir. Esmer kadın için baştan sona «sen» kullanmıştır. «Sen» ve siz» ayrımının bile bile yapılmış olup olmadığını kesinlikle söylemek zor.

Sonelerin biçimi ve uyak düzeni çevirilere olduğu gibi alındı. Biri vurgusuz, biri vurgulu on hecenin sıralanmasından oluşan «iambic pentameter» gibi bir nitelik vezninin dilimizde karşılığı olmadığı için, çevirileri hece vezniyle yapmayı uygun gördüm. On heceli «pentameter» dan dört hece uzun olmakla beraber, kıvraklığı dolayısıyla 7 +7 veznini seçtim. Yine de, bir sayı ölçüsü olan 7 + 7, Shakespeare’in ritmik ve kıvrak vezni yanında zayıf kaldı. Böyle bir uyuşmazlığı gidermek için birkaç çözüm yolu aradım:

1 - Sesli ve sessiz harfleri canlı ve kıvrak bir ses düzeni içinde sıralayan satırlar yazarak Shakespeare’dekine benzer bir ritm sağlamaya çalışmak.

2 - 7 + 7 parmak hesabının bıraktığıses boşluğunu güçlü ve zengin uyaklarla doldurmak.

3 - Bazı satırlarda yedinci heceden sonraki duraktan vazgeçip anlamı duraksız olarak ikinci cüz’e geçirmek.

Yalnızca bir Sone, bütün çabalarıma rağmen, 7 + 7 ölçüsüne sığmadı: 99 sayılı Sone, 8 + 8 ölçüsüyle çevrilmiştir.

Elbette önemli olan, çeviri yöntemi, biçim, vezin ve uyaktan öte, Soneleri hem asıl anlamlarına bağlı kalarak, hem de Türkçeye tamamiyle yatkın olarak taze şiirler gibi aktarıp yaratmaktır. Çevirilerim bunu başarabildiyse görevimi doğru dürüst yaptım diye sevineceğim.

1 yorum:

3asak dedi ki...

Heyy... bu süper bir yazı çok teşekkürler...