RSS

9 Kasım 2017 Perşembe

RAINER MARIA RILKE

Rainer Maria RİLKE

Behçet Necatigil / Milliyet Sanat / 1976




Tanınmış Alman şairi Rainer Maria Rilke, doğumunun 100.yıldonümünde çeşitli yayınlar, törenlerle anılıyor. Yüzyılımızın başındaki Alman edebiyatının “etkileri en geniş üç yıldızından biri” olan Rainer Maria Rilke, modern şiirin önde gelen birkaç kişisinden biri olmakla kalmamış, edebiyata başarılı düzyazılar ve anadiline olgun çeviriler kazandırmıştı. “Malte Laurids’in Notları” adlı kitabını dilimize çeviren Behçet Necatigil Rilke’yi çeşitli açılardan inceliyor…




Doğumu da,ölümü de aralık ayında (l875-l926). Ardında değişen havaların silemediği, karartamadığı bir gök kuşağı oluşturarak elli yıl yaşamıştı. Seneye ölümünün de ellinci yıl dönümü.

Alman şairi Rainer Maria Rilke, 4 aralık l875'de Prag'da doğdu. Kuzey Bohemya köylüklerinden olan babası bir askerî memurdu, sonraları demiryollarında çalıştı. Annesi Praglı, orta sınıftan bir ailenin kızı.

Rilke'yi askerî okula vermişlerdi. Zayıftı bünyesi; sağlığına ters geldi ,on yedi yaşlarında askerî liseden ayrıldı. Bir süre bir ticaret okuluna gitti, özel öğrenim görerek lise olgunluk sınavlarını verince, Prag üniversitesinde sanat ve edebiyat tarihi okudu.İçine kapalı, çekingen bir gençti,bir meslekte çalışamayacağını anladı; şair olabilirdi yalnız.

İtalya'da dolaştı (l899), Rusya'ya gitti (l899 -l900), Tolstoy'u yakından tanıdı. Rus köylülerinin dindarlığını ve Tanrı'yla dolu kanaatkâr hayatlarındaki içten mutluluğu gördü; Rusya steplerinin ıssızlığında doğanın vahşi uysal ve mistik ihtişamı, tam gönlüne göreydi.

Rusya dönüşü, bir heykeltıraş kızla evlendi, bir yıl sürdü evlilik ve 1900'de eşinden ayrılınca Paris'e, İtalya’ya, Danimarka ve İsveç'e gitti.

1905'de gene Paris'teydi, heykeltıraş Rodin'e hayran kaldı. Rodin’in dostu ve sekiz ay kadar kâtibi oldu (l905-1906). Huzursuzluklarının baskısı altında gene yollara düştü. Kuzey Afrika'yı, Mısır'ı, İspanya'yı gördü. 1911-1912'de bir prensesin misafiri olarak Trieste yakınlarında Duino şatosunda kaldı.

Birinci, Dünya Savaşı'nda Münih'teydi, kısa bir süre Avusturya ordusunda görev aldı, Viyana’da Harb arşivinde çalıştı. Sağlığı bozulmuştu, ayrıldı. Savaş sona erince bir süre İsviçre’de oyalandı. İsviçre hükümetinin emrine verdiği bir şatoda geçirdi, günlerini Montreux yakınlarında bir yerde, kan kanserinden öldü. (1926).

Şair üzerine bir incelemesini şu satırlarla bağlamıştı Celâlettin Ezine :

"Sakin bir gecede, inzivâda öldü. Yanında bir tek hizrmetçisi vardı. Can çekişirken beş isim mırıldandığını söylerler: Tanrı, İsa, köylü Rus şairi Droşin, Tolstoy ve Rodin. Sonra hırıltı gibi birkaç kelime, tam ölürken: “Dilenciler, hastalar, zavallılar”

(Hamle dergisi ,sayı 2, Eylül 1940)





TÜRKÇE’DE RİLKE

Dergileri tarayanlar, Rilke'den dilimizde ilk şiire sanırım, Sokak dergisinde raslarlar (sayı 2,12 nisan 1940).

Düzyazı eserlerinden "Sancaktar Christoph Rilke'nin “Aşkına ve Ölümüne Dair” Tercüme dergisinde çıktı (sayı 9, 19 eylül 1941, çev. Sabahattin Ali). Rilke'den ilk kitap ise Melahat Özgü’nün "Genç Bir Şaire Mektuplar" çevirisidir- İlk basılış: 1944).


Bu yıllar benim de "Malte Laurids Brigge 'nin Notları" romanını bulduğum, onunla büyülendiğim yıllardı. Romandan çevirdiğim bölümler, 1940 -1946 arası orada burada basıldı. Romanın, bütünüyle ilk çıkışı 1948 yılına rastladı. Alman Filolojisi'ndeki ikinci üniversite öğrenciliğimde, hocalarımdan Dr.Traugott Fuchs (ki sonradan Boğaziçi Üniversitesi 'ne öğretim üyesi oldu), ilk Malte çevirisine yazdığı önsözde şunları da belirtmişti :


"…Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu memlekette de, Rilke ile meşgul olanların her biri, bu işe şahsi bir ilgi ile, her hususta çok ve büyük, nice nice zorluk ve-garabetlerden yılmamaya candan karar vermiş bir halde başlayacaktır. Çünkü Rilke ile ilgilenen bir kimse daha yeni ve ancak sıcak duygularla kavranılmış, manevi, estetik ve felsefî idrakleri, karşılaştırmalı bir şekilde kendisi ve başkaları için korumakla: yani, bir an kendisine ölçülemez değerde görüneni; her zaman yürekten, yüksek bir sorumluluk duygusuyla; kalkışabileceği şeye, bir dereceye kadar kalben bağlı olduğunu, kendini daima vazifeli hissettiğini ve kendisi için kutsallık kazanmış olanı korumak ödeviyle karşı karşıyadır.

Nitekim Malte Laurids Brigge'yi ilk defa çevirmeye çalışan Behçet Necatigil de - 'Rilke'nin "Mektuplar"ıyla değil de "Malte" siyle seslediği bir başka "Genç Şair" bu kitabı bir dostunun evinde, bir masanın üstünde tesadüfen görüp şöylece karıştırınca, birdenbire ruhu derinden sarsılmış ve kendini, benliğinin en gizli taraflarının agrandismanıyla karşı karşıya geldiğini ve o andan itibaren bu kitabı tercüme etmenin kendisi için artık elzem ve mukadder olduğunu yine kendisi söyledi. Tesadüf mü? Bizzat kitap onu seçmiş ve ona emretmiştir: Beni al ve oku! O, ruhu verimli huzursuzluklarla yüklü Malte gibi bir şair, kendi ruh koşullarına yakın durumlar içinde çalkalanan genç bir ozandan daha uygun bir çevirmen, daha uygun bir aktarım bulabilir miydi?

Bu kitaba olan hayranlığını uzun zaman değerli bir emanet gibi içinde saklayan ve onu tümüyle çevirmeyi, bütün halinde Rilke'nin inceliklerine nüfûzdan sonraya bırakmayı daha dürüst bir hareket ve şairine karşı gerekli bir saygı kabul eden Necatigil' in bu tereddüt ve bekleyişini, kitaba aynı duygularla bağlı ve aynı ruh durumunda Dr. Andreas Tietze yendi ve tam bir uygunluk içinde birbirini tamamlayan bu iki ehil kişinin müşterek kaleminden bu önümüzdeki tercüme vücuda geldi.


" (Malte Laurids Brigge'nin Notları Milli Eğitim Bakanlığı/ Dünya Edebiyatından Tercümeler /Alman Klasikleri : 61 ,İstanbuL 1948. s. II-III)


Dr. Fuchs'un gene o önsözde şu satırları da dikkate değer:

" ... Onun (Rilke'nin) anlaşılması biz Almanlar için de zordur; hatta aramızda,birkaç sayfasını karıştırdıktan sonra, bunca zorluğa, karanlığa ve kendi kanaatlerince klasik açıklık ve güzellik yoksulluğuna kızarak onu bir çırpıda reddedip itinalı bir tasniften geçmiş kütüphanelerinin mariz intizamperverliğine hapsedenler de bulunur. Yıllanmış koltuklarından kalkmak istemeyen katılaşmış insanların kütüphanelerinde o tutuşmuş yanmakta olan Yalnız; gurbette gibidir ve bekler! Derken bir hayran gelir ve o hor hakir görülmüş kitapların birini, zengin raflardaki çaresizlikten kurtarıp kalbinin hürriyetine ve fakir odasının enginliğine götürür ve kendi malıymış gibi kesin ve amansız, o kitabın üzerine kendi adını yazarsa. Tanrı şahidim olsun,bu suç bağışlanacak türdendir/Böyle bir olay gerçekten olmuştur: Şair ruhlu bir başka delikanlı, Rilke’nin bir kitabını aldığı yere bırakmak istememişti/... " (sayfa: V)


Evet… içlerinde ağır bir gurbet taşıyanlar içindi bu kitap.

Hiç yorum yok: