RSS

17 Eylül 2012 Pazartesi

SENNUR SEZER / HENRİ TROYAT

Daha çok yazdığı biyografi kitaplarıyla tanıdığımız Henri Troyat'nın sürgünde geçen hayatı 2 Mart'ta noktalandı. Troyat'ın yayımlanmış 107 kitabı vardı


SENNUR SEZER- Radikal Kitap


Henri Troyat'yı 1960'larda tanıdım Yalancı Işık adlı romanıyla. 1935'te yazdığı bu ilk romanında düşleri yaşamın pratiğinden ve gerçeklerinden daha hızlı bir adamın dramıydı anlatılan. Paris'te bir göçmendi romanın kahramanı. Uğradığı başarısızlıklardan en çok eczanelere yoğurt satma girişimine gülmüş olmalıyım. O zaman Avrupa'da yoğurdu bilen yok. Türkiye'de yoğurt ilaç sayılmıyor daha. Adamın, Edirne Peynircilik Enstitüsü mezunu oluşuyla övünmesine, yoğurtlar için tasarladığı gri kumtaşı kaselere şaştım bir de.


Yalancı Işık'ı yazan Henri Troyat'nın da bir göçmen olduğunu bilmiyordum. Doğduğu topraklardan çocukken ayrılmak zorunda kalmış bir Rus, daha doğrusu Ermeni asıllı bir Rus, olduğu ya yazılmamış ya dikkatimi çekmemiş. Lev Aslanovich Torosovic ya da Levon Aslan Torosyan. Doğduğu topraklarda bile 'öteki' olmanın ağırlığını taşımış bir ailenin çocuğu. Yazdıkları başarılı bulununca, bunları bir 'Fransız' adıyla yazmasının daha iyi olacağı öğüdü verilmiş ona. Adına da yabancılaşmayı yaşamış.

Hemen anımsanacağı gibi 1938'de Araigne adlı romanıyla Goncourt Ödülü'nü kazanan yazar 1958 yılında Fransız Akademisi'ne seçilmişti. Son kitabı La Traque 2006 yılında yayımlandı. 2 Mart 2007'de öldüğünde yayımlanmış yüz yedi kitabı vardı.
Yurdunu hiç unutmadı

Babasının bir kumaş tüccarı oluşu, zenginliği, 1917 ihtilaliyle Rusya'dan kaçısı, devrim kaçaklarının doldurduğu İstanbul sokakları, Venedik ve Paris. Kendi seçimi olmayan bu fırtına ve savruluş bir yazar için ne tükenmez malzemedir. Aynı zamanda bir insan için ne büyük dram. Hiçbir başarının ona yetmeyişinde bu etki bir olgu mu acaba... Daha doğrusu o hiç bir başarıyı önemsemedi: "Başarılı olmak hiçbir şey demek değil. Ne dediğimin farkındayım. Yaşamımın başlangıcında talihi ters dönüp ailem her şeyini yitirdiğinde bunu öğrendim ve hiç unutmadım."

Henri Troyat sekiz yaşında ayrıldığı yurdunu da hiç unutmadı, ancak oraya dönmeyi de denemedi. Orayı ayrıldığı günün çizgileriyle anımsamayı seçti. Ulaşılamaz beyazlıktaki, düşsel karlı görüntüleriyle. "Düşlerimin karları daha berrak!"

Troyat yurduna yazdıklarıyla dönecektir. Romanlarından çok tarih ve biyografileriyle. Bir dizi kitapla geçmişin Rusya'sına ulaşacaktır: la Lumiére des justes, (1959-1962); les Héritiers de l'avenir (1968-1970) le Moscovite (1974-1975); La Gouvernante française ( 1989); Aliocha, (1991). Gerçi Les Semaille et les Moissons (1959-1962) ve les Eygletiere (1965-1967) ile bugünkü Fransız toplumunun da portresini çizecektir ama o asıl Dostoyevski'nin, Tolstoy'un (1965), Turganyev'in (1985), Çehov'un, Büyük Katarina'nın (1977), Korkunç İvan'ın (1982), Gorki'nin (1986) o anıtsal yaşam öykülerini yazarken Rusya'dadır. Geçmişte. O devrimin ayak seslerinin duyulduğu yıllarda üniversitenin havasını, herkesi büyüleyen, asi genç kızı anlatırken gerçekten Dostoyevski'nin sevdiği kadını mı anlatıyordu?

Kendi özlemlerini mi:

"Polin birçok fakülteye yazılıp derslerin ancak onda birini izleyen, notlar alıp onları bir daha okumayan, sınavlara hazırlanıp girmeyen ama üniversite gençliğinin çene çaldığı salonların vaktini şaşmaz gediklisi olan coşkun, kocaman bir kız tipini eksiksiz canlandırır. Politikayla çok ilgilenir. Boş düşünceler, körüklenmiş duygularla doludur. Toptan devrim istemektedir, milletvekilliği görevi için yaratılmıştır; kışkırtmalar, bildiri dağıtmalar, gösteriler, özetle her çeşit taşkın davranışlardan yanadır. Son derece feministtir, özgür aşkı ve yasa önünde kadın erkek eşitliğini savunur. Tanrıya inanmaz. Daha sonra, Vladmir okulu müdürlüğünün bir raporu onu şöyle niteliyor: Suslova gerçekten kendisine güvenilmeyecek bir yaratıktır. İlkin mavi gözlük takar; sonra saçlarını kısa kestirir. Ayrıca yargılarında pek bağımsız görünür ve kiliseye hiç gitmez."

Dostoyevski'nin ölüm cezası alışı ve ölümü bekleyişini anlatışı elbet insanın düş gücünü kışkırtan, başarılı bir kurgudur: "Düşünmekten ve hiçbir şey görmemekten yorgundur. Lastikten bir çanın altına kapatılmış gibidir, üzerindeki hava boşaltılıyor, soluk alamıyor, boğuluyor. Acaba o da başkaları gibi bir insan mıdır? Zaman ve mekân içinde kendine bir yer veremiyor. Düş mü görüyor yoksa uyanık mı bilemiyor. Çocukken her akşam yatmadan önce, gece masası üzerine bıraktığı küçük bir kâğıt parçasında şunlar yazılı olurdu: Belki bugün baygın bir uykuya dalabilirim, birkaç gün geçmeden gömmeyiniz."

Sürgün acıları

Troyat, Sibirya'nın karanlık bir köyünü çizerek, geçen yüzyıl sonunda orada doğan Grigoriy Rasputin'in yaşamını anlatmayı neden seçmişti? Bu kişiliğin 'Rus' olanı simgelediğine inandığından mı? Kendi ailesinin geçmişiyle hesaplaşmak için mi? Yarı cahil bir Mujik olduğu halde önce köylülerin sonra da çevresindeki herkesin ilgisini ve hayranlığını çeken bu adamın yaşamının önemi neydi? Ortodoks kilisesine saldırıları mı, St. Petersburg'daki kibar çevrelerde çok konuşulması mı? İmparatorluk ailesiyle kurduğu iyi ilişkiler mi? Bu ilişkiler onun yaşamına mal olacak ve çarlığın yıkılışına yakın günlerde çağrıldığı bir yemekte korkunç bir cinayete kurban gidecektir. Troyat, Rasputin'in yaşamını özetlerken, sanki devrimcilerden de, Devrim'den de, Rus halkından da öç almaktadır:

"Yusupov sarayının bodrum katındaki bir salonun tabanına yayılan Rasputin'in kanına, başka bir bodrumda, İpatyev evinin bodrumunda kurşuna dizilen Romanov'ların duvarlara sıçrayan kanı yanıt vermiştir. Böylece halka tamamlanmıştır. Asırlardır devam eden monarşiden sonra, Rus halkı kendine, boynunu bükerek hizmet edeceği ve saygı göstereceği yeni efendiler bulmak zorunda kalacaktır. (...) Bunlar, proletarya diktatörlüğü dogmasını devam ettirecektir. Fakat İmparatorluğun yıkılmasına olan katkısına rağmen, Rasputin, istemeyerek de olsa amaçlarına hizmet ettiği devrimcilerin hor görüsünden başka bir şeye layık görülmeyecektir."

Henri Troyat sürgün olduğu, uzak kaldığı coğrafyanın acı veren yanlarını çizerken odağa aldığı kahramanın yerine de -burada Gorki'nin adına- konuşur sanki: "Rus yaşantısındaki vahşiliği son derece iyi yansıtan böyle korkunç olayları hatırladıkça, bazen bunlardan bahsetmek iyi bir şey mi diye sorarım kendime. Ve her seferinde daha da inanarak veririm cevabını: Evet. Çünkü kökleri çok eskiye dayanan bu iğrenç gerçek, bugün de hâlâ gerçektir. Onu ayrıntısıyla, kökleriyle tanımalıyız ki, hatıralarımızdan, ruhlarımızdan, korkunç, sefil hayatlarımızdan söküp atalım"

Belki de Troyat'nın yazmadığı, yazamadığı tek şey sürgün olmaktan hoşlanmadığıdır.

Türkçede Henri Troyat

RASPUTİN
3 Nokta Yayınları, 2006, 208 sayfa, 10 YTL.

• MEKTUPLARIN SÖYLEDİĞİ
Çeviren: Vedat Günyol, Dünya Kitap, 2004, 340 sayfa, 25 YTL.

• DOSTOYEVSKİ
İletişim Yayınları, 2004, 443 sayfa, 24 YTL.

• DÖRT ÇARİÇE

Çeviren: Nihal Önol, Doğan Kitap, 2000, 203 sayfa, 14 YTL.

• GOGOL
Çeviren: Bedia Kösemihal, Multilingual Yayınları, 2000, 488 sayfa, 17 YTL.

• YASLI KAR
Çeviren: Leyla Gürsel, Orhan Gürsel, Gendaş Kültür, 142 sayfa, 5 YTL

Hiç yorum yok: